dersambari.goo-dart.com
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

dersambari.goo-dart.com

BİLGİ VE SLAYTLARDAN YARARLANMAK İÇİN ÜYE OLMANIZ GEREKMEKTEDİR!!!
 
AnasayfaKAPILatest imagesKayıt OlGiriş yapVaroluşçuluk / Felsefi Görüşler / Felsefe Aataor10

 

 Varoluşçuluk / Felsefi Görüşler / Felsefe

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ZypLorD
Admin
Admin
ZypLorD


Mesaj Sayısı : 640
Kayıt tarihi : 13/04/09
Yaş : 31
Yer : 'imden sanane :)

Varoluşçuluk / Felsefi Görüşler / Felsefe Empty
MesajKonu: Varoluşçuluk / Felsefi Görüşler / Felsefe   Varoluşçuluk / Felsefi Görüşler / Felsefe Icon_minitimeÇarş. 15 Nis. 2009, 15:59

Varoluşçuluğu tanımlamak için, sözcüğün kendisinden işe başlamak
gerekir. Bu yeni türetilmiş sözcük "varoluş" (existence) isminden,
ilkin "varoluşsal" (existentiel) ve varoluşla ilgili "existential"
sıfatları türetilerek ve daha sonra "culuk" son eki eklenerek ortaya
çıkmıştır. Varoluşculuk, varoluşun önceliğini ya da ilkinliğini
benimseyen bir kuramdır. Varoluşçuluğun sözlük anlamına bakacak
olursak; insanın varoluşunu, somut gerçekliği içinde ve toplumdaki
bireyselliği açısından göz önüne alan felsefi öğretidir.

Varoluşçuluk
felsefesinde, insanın varoluşu anlaması söz konusudur. İnsanın kendini
gerçekleştirmesi, insan varoluşunun rastlantılar içinde oluşu,
güvensizliği söz konusudur; güçsüzlüğü söz konusudur. Güçsüzlüğü ve
hiçliği içinde insan, ölüme mahkum bir varlık olarak insanın varoluşu,
hiçlik karşısında insanın varoluşu, insan varoluşunun halisliği
(authentique) oluşu ve bu halis olmaya çağrı, özgürlüğü içinde insanın
varoluşu, topluluk içinde kaybolmuş insanın, tek insanın kendisini
bulması, kendi olması, doğruluk ve ahlaklık karşısında sahici
davranışı-tutumu; bütün bu sorunlar söz konusudur varoluşçuluk
felsefesinde. Ayrıca "insan, evreni aşabilir mi aşamaz mı?" "aşarsa
nereye dek varır bu aşma?" gibi sorunlar söz konusudur.

Yığınlaşma
içinde tek-insan, birey, gittikçe kendi özelliğinden, kendi kişisel
özgürlüğünden çözülme, kopma durumuna geçiyor. Tek insan kayboluyor.
Kitle içinde sıradan bir insan oluyor. Tek kişinin kişisel sorumluluğu
gittikçe herhangi bir parti, bir ortaklık, bir dernek, herhangi bir
kolektif düzen içinde ortadan kalkıyor.

Modern insan, bir devlet
hastanesinin doğum kliniğinde dünyaya geliyor, oradan yuvaya, yuvadan
okula, sonra da ya bir fabrika ya bir büroya geçiyor. Modern insan
artık kendi yaşamını sürdürmüyor. Ölümü bile kendinin değil çoğu kez.
Bu gelişme nedensiz değil. İlkin, bütün yurttaşların eşit hak istemesi,
başta gelen bir nedeni bu gelişmenin. Hiçbir üstünlüğe, hiçbir
olağandışıya katlanılamıyor artık. Bunların hepsi bir kalemde
siliniyor. Bir başka nedeni: güçlü olma isteği, güce erişme isteği.

Tek
kişi güçsüz kalmıştır günümüzde. Ama herkes "dayanışarak" toplu hale
gelirse, yenilmez bir güç oluyor. Bir başka neden de ekonomik bakımdan
güven altında olma çabası. Ekonomik çöküntülerden, paranın inip
çıkmasından, tek kişi, varoluş savaşımında yorgun düşmüştür. Yaşamını
güven altına alabilmek için kitleleşme yoluna girmiştir. Böylece her
alanda bir toplumsallaşma bir merkezleşme gittikçe artıyor. Giderek
çoğunlukla insanlar ekonomik güvenliliklerini sağlamak uğruna, kendi
kişisel özgürlüklerini bırakmaya hazır duruma geliyorlar.

İşte
bu gelişme ortasında varoluşçuluk felsefesi sesini yükseltiyor. Bu
felsefenin getirdiği sınırsız subjektiflik, bireysellik, topluluk
düşmanlığı, macera isteği, istediğini yapma özgürlüğü, bütün bunlar
yığınlaşmaya karşı bu protesto açısından anlaşılmalıdır.

Bütün
varoluş felsefesi şu biçim altında belirir: "İnsanın kendi kendini
yitirdikten sonra bütün dünyayı ele geçirmesi neye yarar?" Bundan
dolayı varoluş felsefesi bir bunalım felsefesi olmuştur: bu felsefe
yeni bir dizge kurmak istemiyor, tam tersine insanları karar verme
durumuna getirmek istiyor; öğretmek istemiyor, yeni bir tavır alışa
çağırıyor; çağı yeni bir biçimde açıklamak istemiyor, onu yargılıyor;
sakinleştirmek değil, ürkütmek onun amacı; sentez de istemiyor, "ya
o-ya o" karşısında bırakıyor.

İşte bundan dolayı, geçen
yüzyıldaki devrimin bunalım zamanında doğmuş olan bu felsefe yine son
iki dünya savaşından sonraki bunalım zamanlarında böylesine güçlü bir
etki yapmış, güçlü bir felsefe akımı olmuştur. Önce Almanya sonra
Fransa’da bir felsefe-yazın akımı olarak biçim kazanmış bulunan
varoluşçuluk, J.P.Sartre’a göre insanın bütün boyutlarını ele alan bir
felsefedir.

"Varoluş, özden önce gelir" ve her bir kimseye bir
öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir: "insan ne ise o
değildir, ne olmuşsa o’dur." İnsan kendini kendi yapar, daha önce
kazandığı bazı belirlenimlerin el verdiği ölçüde kendine biçim verir,
kendini oluşturur. Varoluşçuluğun Fransa’daki öteki temsilcileri de
şunlardır: A.Camus, Simone De Beauvoir, Merleau-Ponty ve hristiyan
varoluşçu Gabriel Marcel.

Varoluşçuluğun ilkeleri:

1- Varoluş Özden Önce Gelir:

"Felsefe
terimleri ile anlatmak istersek, diyebiliriz ki, her nesnenin bir
varoluşu ve bir de özü vardır. Öz, bir nesnenin özelliklerinin değişmez
bir bütünüdür; varoluşu ise evrenin içinde gerçek olarak bulunuşudur.
Bir çok kimse, özün önce, varoluşun sonra geldiğine inanır; bu fikir,
dinsel düşünceden ileri gelir; gerçekten, ev yaptırmak isteyen bir
kimsenin, ne biçim bir ev yaptıracağını bilmesi gerekir. Burada öz
varoluştan önce gelir.

Bunun gibi insanın tanrının yarattığını
sanan kimseler de böyle düşünerek, tanrının bu işi, haklarında daha
önceden sahip olduğu fikirlere bakarak yapacağı sonucunavarırlar.
Tanrıya inanmayanlar ise aynı etkiden kurtulamayarak, bir nesnenin
ancak kendi fikirleri ile uygun düşmesi durumunda varolabileceğini
ileri sürerler. Bütün 18. Yy, "insan doğası" denen, herkeste ortaklaşa
bulunan bir özün varlığına inanmıştır. Varoluşçuluğa göre ise insan da
-ve sadece insan da- varoluş özden önce gelir. "Bu kısaca şu anlama
geliyor; önce insan vardır, şu ya da bu olması daha sonra gelir."
(J.P.Sartre, Action, 27 Aralık 1944).

Elbetteki biz, bizi insan
türüne bağlayan, evrensel ya da türsel özümüzü yaratamayız; ancak, bize
özgü olan, başka hiç kimse de bulunmayan bireysel özümüzü seçebiliriz.
Bizim doğuştan ve özgül özümüz -"hayvan"-ve-"insan"- biz olmadan
belirlenmiştir: biz insanız, işte o kadar. Bizim bireysel ya da somut
özümüz sadece belli bir belirsizlik gösterir: Bizler insanız, ama hangi
insan olacağız?

İşte ancak bu sınırlar içinde özgüle açık bir
kapı kalır. Bununla birlikte seçme olanağının yeri gene de önemlidir.
Bunu anlamak için, başlangıçla eş değer olan bireylerin seçmiş
oldukları mesleklerin çeşitliliğine bakmak yeter. Bundan başka, içinde
olduğumuz sınıfı, boyumuzu, zekamızı biz seçemezsek de hiç olmazsa, bu
ham veriler karşısında takınacağımız tavır bize bağlıdır.

Bir
işçi, "bütün varlığı ile sınıfı tarafından koşullanmıştır..." ama,
"arkadaşlarının durumuna ve kendi durumuna bir anlam vermek; devrimci,
ya da sinik olmayı seçmesine göre, işçi sınıfına zafer ve kazanç
sağlayan ya da aşağılık duygusu içine düşüren bir geleceği, özgür
olarak tanımak gene onun elindedir."

Seçmediğim halde sakat
olabilirim, ancak "sakatlığa bakış biçimimi seçmeden sakat olamam."
(onu çekilmez, küçük düşürücü, gizlenmesi gerekli sayılabilir, herkese
açıkça gösterebilir, kıvanç konusu, başarısızlıklarımın nedeni, v.b
olarak görebilirim.)

2- Sınırsız Özgürlük:

Her gün
yaşantımız içinde yapmakta olduğumuz seçmeler ya da icatlar, en
küçüğünden tutun da en büyüğüne kadar, saptadığımız ereklere, seçmesini
kendimiz yapmış olduğumuz bir değerler hiyerarşisine bağlıdır. Bu
ereklerin çeşitliliği yüzünden, beklenmedik toplu bir para, kimi
tarafından gardırobunun eksiklerini tamamlamakla; kimi tarafından
başına gelebilecek bir kazaya karşı yedek akçe olarak saklanmakla, kimi
taraftan da eğlence yerlerinden de harcanarak kullanılır. "seçme,
düşünüp taşınmaya bağlı değildir: düşünüp taşınmaya koyulduğumuz zaman,
olan olmuş, iş işten geçmiştir."

Ancak, ereklerimizi özgür
olarak seçmiş bulunuyorsak da, hiçbir şey kaybolmuş sayılmaz: çünkü
ereklerimiz seçmelerimizin tümüne de kumanda eder, bu yüzden,
ereklerimizin özgür seçimi, özel kararlarımızın tümünün özgürlüğünü
arkasında sürükler.

Varoluşa ilk vardığımızda ereklerimizi kesin
olarak saptamadığımız ölçüde özgürlüğü de kurtarmış oluruz. Varolmayı
sürdürdüğümüz ölçü de, ereklerimizi de seçmeyi sürdürürüz; çünkü
özgürlük, bizim varoluşumuzun özüdür. Herhangi bir özel seçme
dolayısıyla, daha önce yapmış olduğumuz seçmelerden biri karşımıza
çıkabilir, bunun sonucu olarak, ona uygun bir biçimde alınmış her
karar, onun bir yenilenmesi olarak karşılanabilir; nitekim, bütün
istemli davranışlarımızı özgür olarak görmek hakkımız vardır; çünkü,
onlara karar verirken kendilerini açıklayan erekleri de karara bağlarız.

3- Sorumluluk:

Sartre’a
göre insanın sorumluluğu, sağ duyuya kalırsa, özgür olarak
seçebildiklerinin çok daha ötesine geçer, hiçbir şey ona yabancı
değildir: ne kişisel iç etkenliğimiz ne de dışımızdaki olaylar: ben her
şeyden sorumluyum; "savaşı ben ilan etmişim gibi, savaştan sorumluyum."

Sartre
ne derse desin Polonya’nın istilasından, Fransa’nın işgalinden,
Stalingrad’ın yıkılmasından kendisini sorumlu tutamayacağı ortadadır.
Ama kendisine bağlı olmayan bu olaylar karşısında, pekala kendisine
özgü bir tutum içine girmiştir; savaş içinde olan bir dünya da, özgür
edimler ortaya atarak, bu dünya da olup biten her şeyin sorumluluğunu
üstlenmiştir ya da daha çok; "doğmayı ben istemedim denir hep; ama
doğumum karşısında takınmışolduğum tavırla," –utanç ya da kıvanç;
iyimserlik ya da kötümserlik...-

4- İç Sıkıntısı:

-Sartre,
bağımsız kişiliğinde fikrin duyguyu bastırdığı bir aydındır, bu
nedenle, sıkıntı ve umutsuzluğa, bunların bir Kierkegaard’ın
yaşantısında ve düşüncelerindeya da bir G. Marcel’in yazılarında
tuttuğu yeri vermez: İnsan tanrısal tüzüğe inanırsa, işlemiş olduğu
günahlarının düşüncesi, hiçlikten gelmek ve oraya dönmek düşüncesinden
daha çok bir iç üzgünlüğü verir insana. Ona göre ise, iç sıkıntısı,
seçmelerimizin kapsamından doğar.

"Herkes için geçerli bir
kuralın varlığını benimseyen düşünürler, bu kuralı bir davranış kuralı
olarak bellemekle sıkıntıya düşmekten kurtulurlar." diye düşünür: bir
pişmanlık ve dindarlık yaşantısını seçen bir Hıristiyan, Descartes
örneği üzerine aklını yönetme tasarısı kuran bir akılcı, insanı
duyarlığa indirgeyerek tadımı (hazzı) seçen Epikurosçu, kararlarını
doğru ve iyi bellediklerine göre verir ve belli bir güvenlik içinde
yaşarlar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Varoluşçuluk / Felsefi Görüşler / Felsefe
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İdealizm / Felsefi Görüşler
» Feminizm / Felsefi Görüşler
» Fatalizm « Felsefi Görüşler
» Realizm / Felsefi Görüşler
» Entüisyonizm « Felsefi Görüşler

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
dersambari.goo-dart.com :: DERSLER :: FELSEFE :: Metin Halinde Belgeler-
Buraya geçin: